28 Mart 2011 Pazartesi

“Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah’a arz ediyorum.”(Yusuf,86)




Gönül penceresine yolculuk yaparak titreyen,

ağlayan ve anlayan kalp merdiveni’ne tırmanmak için ‘musibeti bekleme

tembellği’nden vazgeçmek gerek!

Bu yolculuk zahmetlidir, sabır ister.

Çilelidir,

tahammül ister.

Kutlu yolculuğumuz hayatımızı

güzellikleriyle dokusun…


22 Mart 2011 Salı

Sensizliğin Mecnunu olmuş; Firari bir Öykü Benimkisi...

''....O halde, dediklerine sabret;

güneşin doğmasından önce ve

batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et.

Gecenin bir kısım vakitlerinde ve

gündüzün etrafında da tesbih et ki hoşnutluğa eresin''

tâhâ ~ 130



Sensizliğin Mecnunu olmuş; Firari bir Öykü Benimkisi...


Hani söz vermiştik Alem-i Ervahta..
“Belâ” demiştik “Elestü bi rabbiküm” sualine,
Yaratıcı, rızık verici ve yegane kanuna koyucu olarak
ALLAH’tan başka İlah, önder olarak da
O’nun Resûlünden başkasını tanımıyacaktık...

(alıntı)




Silginiz kaleminizden önce bitiyorsa yanlışınız çok demektir...J. JENKINS


Gitmek, gövdeye değil, gönüledir.
Gittiğiniz yerde gönülsüz bir gövde bulacaksanız, varışınız da boşunadır.
O zaman, gittiğiniz yere ulaşamazsınız, sadece varmış olursunuz.
Varmış olmak, vuslata ermiş olmak değildir.
Vuslat, gönüle varmaktır. Sevgi dolu bir gönüle ulaşmaktır. Vuslat gönül işi olduğu için,
varmak da gövdeyle olmaz, gönülle başarılır.
'Dizimin dibindeki, Yemen'de; Yemen'deki de dizimin dibindedir'' der Mevlânâ...'
Göremediğin gönülden ırak olursun.

Gönül görmek diye bir çaba var mı hayatımızda?
Giremediğin gönüle eremezsin.

Hiç olmazsa, yanı başınızdakilerin gönüllerinde misiniz?
Yanı başınızdakiler gönlünüzde mi?


Vehbi Vakkasoğlu




Bir insanın gerçeği sana açıldığı kadar değil, içinde sakladığı, sana açılamadığı kadardır...




Bir insanın gerçeği sana açıldığı kadar değil, içinde sakladığı,

sana açılamadığı kadardır.
Bu yüzden, onu anlayacaksan ne dediğine değil,

ne demediğine kulak vermeye çalış...

Halil Cibran




21 Mart 2011 Pazartesi

Üzülme be dilenci düşlü çocuk...

Image and video hosting by TinyPic

Sana dilenmeyi öğrettiğinde düşlerini; çok küçüktün daha ninnilerin masumluğunda.
yolunu şaşırmış dikenlere sakladın düşlerini bir yanını sen,

bir yanını ben tutacaktım.
Üzülme be dilenci düşlü çocuk.

Üzülme...
Dizi dizi sıraladın kendini sığ sayfalara uzak baharlar gibi kendini not düştün,
baloncuklara doldurdun düşlerini sabun köpüğünden
yere vuran her baloncuk
kapısını açtı sana dilenmişliğin de yeni düşlerinin.

Ürkme be dilenci düşlü çocuk.

Ürkme...
Zifiri karanlığa çakmak çakımı kıvılcımlar döktün ve sen
en zifirisinde yap bozu öğrendin karanlığın,
Sağa çektin olmadı karanlığı, sola çektin gene olmadı.
Düş de kurulurmuymuş hiç kaçak siyahların toplamına.
Kurulmaz be dilenci düşlü çocuk. kurulmaz.
İsyan etsende koca koca haykırışlarla bulut bulut gülümseyemesende dilenciliğini düşündüğünde

kendine ve sen sarıldığın bebeğini bile dilenci
ve sen onca düşü dilinin ucuna getirip de ezmedinmi be çocuk.
Düş kurma sen be dilenci düşlü çocuk
Artık kurma.........

Mehmet Selim Bataroğlu




ÇiLesini Çekmeye Üşendiğin Bir Davanın, Mükafatına da TaLip OLamazsın...!!




Kalabalıkta Yanlızlığı Yaşamak...

KURAN-ı Kerim’deki iki sure

“Müzzemil” ve “Müddesir” 73. ve 74. sureler olarak elimizdeki mushafta yer alırlar.

“Müzzemmil” suresinde Hz. Peygamber’in gece yorganına sarılıp uykuya uzandığı hale işaret edilir ve

“Ey gecenin karanlığında uyumak için uzanmış Peygamber Müzzemmil- gece ibadeti için silkinip kalk!”

Sure böyle başlar.
Bu sure Hz. Peygamberi (sav) gece yarısından sonra namaza davet eder.

Gecenin üçte biri veya yarısını nafile ibadetle geçirmek için kalkacaktır.

Hz. Peygamber (sav) bundan sonra hayatının sonuna kadar böyle devam edecektir.

“Müddesir” suresinde ise ilk vahyin tesiriyle ne yapacağının beklentisi içinde olan Hz. Peygamber’e (sav) tebliğ emri verilir.

Ama burada da ilginç bir tabir kullanılır. “Ey Müddesir, yani ey sarılıp bürünen artık kalk ve uyar.”
Bir anlamda Müzzemmil iç âlemdeki silkinmeye; Müddesir ise dış âlemdeki silkinmeye hitap eder.

Mekke’de inen bu iki surenin sonunda da imana direneceklere hazırlanan azap haber verilir.

Müzzemmil’de gerçek örtüden silkinmeye davet; Müddesir’de ise mecazi örtünmeden silkinmeye çağrı vardır.

Birinde gece ibadet için uykuyu feda etmeye çağrı; ötekisinde ise

yoldan çıkanları yola koymak için ayağa kalkmaya çağrı dile getiriliyor.

Meselenin dikkat çeken noktası ise vahyin ilk geldiği andaki durumdur.

Hira’da Hz. Peygamber (sav) Cebrail (as) ile tanışır. Bu tanışma son derece sarsıcı ve derin izler bırakıcıdır.

Hz. Peygamber (sav) orada kendisine emredilen ilk ayetlerden

o kadar etkilenecektir ki titreyerek geldiği evinde hanımı Hz. Hatice’ye (rahm) ilk sözü “zemmilüni” -beni örtün- cümlesi olacaktır. Müzzemmil suresinin ismi bu hitabı hatırlatıyor.

Yeter örtünün altında beklediğin artık kalk.

Kalk ve geceleri Rabbine yönel.
Peki, Hz. Peygamber (sav) neden beni örtün dedi? O ilk anın getirdiği ürpertiyle mi acaba?

Titremesi geçsin diye mi acaba? Yoksa dış dünyayla irtibatı kesilsin diye mi?

Allah’la yalnızlaşmak için mi örtünüyordu acaba?

Yoksa aynı surenin 8. ayetinde hitap ona yeni bir yol mu öneriyordu? Emrediyor.

Çünkü örtünün altından silkinip kalk diyen ayetlerin akabinde şöyle emrediliyordu:
“Rabbinin ismini an ve her şeyden kesilerek O’na çekil (O’na bütün varlığınla yönel)”.

Kuran buna “tebettül” diyor. Zira Allah’la yalnızlaşmak, halktan uzaklaşıp örtüye bürünmekle değil,

halk içinde “tebettül”le mümkündür.

Vücudun halkın yanında, kalbin ve ruhun Allah’ın yanında.
Peki, bu iki suredeki “örtü ve yalnızlık” temasına niye işaret ettim. Meramım neydi?

Dediğim şu aslında; toplum olarak -büyük kalabalıklara rağmen- bir müzzemmil’lik ve

bir müddesir’lik hali yaşıyoruz.
Tarifsiz bir örtüye bürünmüşüz, yalnızlaşıyoruz. Ürkütücü bir sessizlik içindeyiz.

Dışarıdaki cümbüşe, sese, ahenge, kalabalığa, araba seslerine birbirleriyle boğuşan insanların bağrışmalarına,

havaya sıkılan kurşunlara rağmen yalnızız. Sessiziz. Derdimizi paylaşan yok.

Paylaşır görünmelerine rağmen insanlar ya yasak savıyorlar veya onlar da çaresiz.

Yapacakları bir şey yok. Yükümüzü yüklenen yok.

Çünkü yük sırtınıza bir yapıştı mı ya onu kazasız-belasız yerine ulaştıracaksınız

yahut ta ömür boyu sırtınızda taşıyıp duracaksınız.
Yaşlılarımız yalnız. Büyüttükleri çocukları, hayatlarını feda ettikleri yavruları büyüyüp de

yeni bir aileye karışınca çoğu kez yaşlanan baba ve anneler hazin bir yalnızlığa düşüyorlar.

Uzun kış geceleri ne kapıya bir gelen var ne telefonu çalan.

Sofraya koydukları bir çorbayı bile iştahla kaşıklayamıyorlar belki de.

Ne kadar zor değil mi? Büyüteceksin. Sonra kaybedeceksin. Belki yılda bir göreceksin.

Şu bastonuna dayanıp camiye giden veya pazarda filesini zar-zor dolduran yaşlı amcayı bir durdurun ve konuşturun.

Kim bilir neler duyacaksın. Muhtemel ki ayrılık ve yalnızlık hikâyeleri duyacaksınız.
Çocuklarımız yalnız. Beton yığınlarını andıran apartman katları arasında toprağı koklayamama,

gönlünce koşamama, belki canının çektiği meyveyi-yemeği yiyememenin sessizliği var yüzlerinde.

Ya annesi ve babası ayrılmış, sevgisizliğe, ilgisizliğe terk edilmiş çocuklar.

Onlar acının bir başka tarafıdır. Hele hele darp edilen, istismar edilen, itilen, çirkef insanların ellerine düşürülmüş, korumasız, savunmasız çocuklar. Sahi bu suçlarla ilgili ceza yasaları ne zaman daha da caydırıcı hale gelecek?

Kamu vicdanı ne zaman rahatlatılacak?

Sürekli söylenip duruyoruz ama ne duyan var ne de duyduğunu hissettiren.
Kadınlarımız yalnız. Belki sosyal statüsü yukarıya doğru ivme kazananlar var

ama bir kısmının sıkıntısı, kaosu, derdi, ıstırabı, yalnızlığı aynen devam ediyor.

Dayak yiyen kadınlar halen var.

Terk edilen, küçük yavrusuna bakabilmek için otuz katlı binanın penceresine sarkan kadınlarımız hâlâ var.

İstemediği bir hayata istemediği evlerde yaşamaya mecbur bırakılmış kadınlarımız yok mu?

Belki de toplumumuzda en büyük yalnızlığı yaşayanlar kadınlarımızdır.

Tek farkla, onlar çoğu kez bizleri utandıracak muhteşem bir metanetle ıstırap ve çileyi iç âlemlerinde yaşıyorlar.

Çevreyle hiç ama hiç paylaşmıyorlar. Şu duvarların bir dili olsa kim bilir bizlere ne dertler

ne yalnızlıklar ve çaresizlikleri hikâye edecekler.
Sevdalarımız yalnız. Eski temiz aşklar, sevdalar, tutkular yok artık.

Aşkı için dağları delen Ferhatlar bir masal oldu gitti artık.

Şimdi aşkın sevdanın yerini para, sermaye, daire, araba ve emekli maaşları aldı.

İzlemiyor musunuz evlilik programlarındaki talepleri, beklentileri...
Camilerimiz yalnız. Hani eski cemaatler, hani eski hatipler. O gönülleri coşturan, gözleri nemlendiren,

bilgi dağarcığını dolduran, çizgileri düzgün üstatlar nerdeler? Cami ile bağlantımız rutinleşmedi mi?

Camiler her türlü rahmetin, dertleri aşmanın, birliğin beraberliğin dinamosuydu. Ya şimdi?

Ezandan ezana açılıp kapanan, birer resmi daire konumundalar.

Şimdilerde böyle maalesef.
Bizler “müzzemmil” ve “müddesire” muhatap olmuş, silkinmesi emredilmiş bir peygamberin iman edenleriyiz.

Çağımızı örten her türlü inançsızlık, geri kalmışlık, zulüm, haksızlık, donmuşluk, adaletsizlik, bencillik, kimsesizlik ve yalnızlık örtüsünden silkinmek zorundayız.

Dünyanın medeniyet koşusunda geri düşmüşlüğe ve yalnızlığa pranga vurmalıyız.
Bilmeliyiz ki Allah’la olan yalnızlık dışındaki her yalnızlık ürkütücü ve ürperticidir.

Nihat Hatipoğlu

Susmak değil söylemekti emelim...Razıyım sükùnete Lakin "Kelime-i Şehadetten" sonra gelsin Ecelim...

"Avuçlarında yasemenleri kuruyan çocuk!..
Yüreğine dokun..."
Hayata dâir söylenecek ne kadar da çok şeyimiz var... Günler art arda dizilip ardından muzır bir çocuk gibi tebessüm ediyor yüzümüze...
"-Her şey bir yarıştan ibaretti. Bak... Seni geçtim." diyor ve çalımla savurup eteğini geçip gidiyor.
Bize, bizden arta kalan yine biziz sadece... Fotoğraflardan yüreğimize asılıp duran sevgi dolu bakışlar... Ve yüreğimize sızıp için için yakan özlemler de olmasa... Hiçbir şey yaşamamışım. Doğmuşum ve donmuş kalmışım yıllar yılı deyiverecek insan... Duyguların kesiştiği noktada, ayakta ve hayattayız aslında... Akıl çoğu yerde gururumuz ve dahî yaşamak için umudumuz olsa da, bir yerlerde yine donup kalacak akıllıca..
İnsan ne ile tasvir eder ki kendisini... Bir meçhulün kıyısında dolaşırken merhaba dediği ismiyle mi?
Aynaya her baktığında târifi değişen sûretiyle mi?! Gezindiği yerlerin gölgesini taşıyan gözleriyle mi?! Dokundukça şekillenen, şekillendikçe şekillendiren elleriyle mi?! Kâinat mı sende, sen mi kâinatta nihân..
Yoksa derinlerde inleyen misin?! Yusufî sevdaya düşüp bekleyen sen misin kuyularda yârânını? Ağyar eline düşen sen misin? Ağyar dilindeki Züleyha mısın yoksa?
Tarif edildim tarifsizliklerde... Talih bu ya, isimsizim. Dürdüler ismimi, tarihin dehlizlerine... An oldu ağladım gecelerce... "Ben kimim, bu gidiş nereye?!"
Su diye şekerlere bandırdıkları emzikler sundular. İlkin ne tadını duydum şekerin, balın... Vurgunu vardı yüreğimde koparılmışlığın... Ve bir gün uyuttular beni... Hiç uyanamam sanmıştım. Gözlerimi gri bir göğe açmıştım korkuyla... Ya beynim, ya da gök sallanıyordu. Ne kitaplarım, ne de kalemim... Hiç biri yoktu yanımda. Kesilmiş ağaçların sofrasında, etrafımdaki mobilyalara bakıyordum yalnızca... Pencerem deniz özgürlüğüne değil, beton yalnızlığına mahkûmdu artık... Beynim, egzoz yorgunluğuna...
Ruhlarımızı, o gün bu gündür sel basıyor. Şehre asit yağmurları yağmış ne gam... Uyuşan benliğimizi sellerden hangi sal kurtarır şimdi... Sözüm ona "benlik" dedim... Hâl bu ya... Acaba hangi sel taşır bizi... Ya da hangi okyanusun tuğyânına sebep olur, gaflet yüklü ağırlıklarımız... Örselemedikçe hiçbir şeyini tanımıyor insan... Deşilmeyen taze, dokunulmayan hoş kokulu gelebiliyor uzaktan... Dilin ucuyla dokununca acı bile tatlı geliyor insana...
Aynanın karşısında ne de güzeldik oysa... Ne de tatlıydık... Hep kaçtığımız madalyonun öbür yüzü vardı. Hakikî kimliğimiz oradaydı. Oysa ne lezzetler değişmişti, ne de aynadaki sûretimiz... Acılaşan yüreğimizi kusuyordu, dilimiz sadece...
Her gün aynı göğe bakan bizler değil miydik yoksa... Söyleyin artık aynalar... Konuşun asırları yüklenen tozlu sayfalar anlatın... Anlatın beni... Ağlatacaksanız, siz ağlatın beni... Derinliğimde koca bir duvar... Hakîkatle rüya arasında inceden bir zar... Kayboluyor insanlığım... Çığlıklarım gök kubbeyi dolduruyor yıllar yılı... Üzerimize yağmur değil, mazlumların, yetimlerin gözyaşları yağıyor.
Kapatıyorum gözlerimi ve yine dönüyorum kendi boşluğuma... Bir daha açamam kaybolurum korkusuyla... Önce ağlattılar bizi, sonra susturdular; bir daha hiç ağlamamacasına...

(alıntı)




Mahcubum Ya RAB!..

الله ♥♥ الله ♥♥ الله

اشهد ان لا اله الا الله واشهد ان سيدنا محمد رسول الله

بسم الله الرحمن الرحيم

Allah'ım!
Eğer cehenneminden korktuğum için ibadet edersem, beni cehenneminde yak.
Eğer cennetin için ibadet edersem beni ondan mahrum bırak.
Eğer senin rızan için ibadet ediyorsam beni ebedi Cemalinden mahrum etme!
Rabiatü'l Adeviyye (rh)


16 Mart 2011 Çarşamba

Pencereden bak, tevbe kapısını aç, evi tertibe koy, düzelt.Haydi durma Bizim nöbetimiz geldi.



Ey karanlık geceyi uykuda geçiren mü'min, dua etmek zamanı geldi.
Haydi kalk.
Ey kötülük etmeyi adet edinmiş Nefs, ibadet etme, iyilik etme zamanı geldi.
Pencereden bak, tevbe kapısını aç, evi tertibe koy, düzelt.
Haydi durma Bizim nöbetimiz geldi.
Suçtan, kötülüklerden neden temizlenemiyorsun?
c yüzüne su vur, Abdest al, namaza durma zamanı geldi.
Seni mezara koydukları, lahitte yüzünü Kıble'ye döndürdükleri zaman,

Hayatta şu karşında duran Kıble'yi hatırlarsın, amma, namazını kılamadığın, kazaya bıraktığın için içinin Yanmasından eline ne geçer?
Sen şimdi hayatta iken, bu Kıble'den bir nur, bir ışık ara.
Bir ışık elde et de, o nur, o Işık, senin kabrini ışıtsın.
Allah'ın nuru gelince, kabir bir gül bahçesi olur".

Mevlana





"İyi ve yerinde söylenmiş söz muhatabı olan kulaklar için armağan iken;sukûtun armağanı sadece sahibine olur.''


Bir Yudum HUZUR

Bir Yudum MUHABBET

Bir Yudum ŞUUR

Bir Yudum DÜNYA

"İyi ve yerinde söylenmiş söz muhatabı olan kulaklar için armağan iken;
sukûtun armağanı sadece sahibine olur.
onun için derviş susar.onun için sanatkar susar.
Birinin kalbi konuşur, ötekinin emeği!!"





Masumiyetin Adıdır Çocuk...


Çatışmalar var içimde
Bir yanım diğer yanımı yıktığı
Bitip tükenmeyen bir savaş
Bir yanım isyankar, bir yanım suskun
Ne tuhaf!
İsyankar yanımın konuşması gerekirken
Suskunluğum galip...

Pembe yanaklar ,titrek eller,kaçırılan gözler aranır oldu .Dünyamız utanmazlardan utanır oldu...!
Masumiyetin Adıdır Çocuk...



Giderken kendimi sende bırakmayı diliyordum, gördüm ki sana hiç gelmemişim....

Giderken kendimi sende bırakmayı diliyordum, gördüm ki sana hiç gelmemişim.
Anlad...ım ki iyi niyetlerle dolu temenniler yalana sıvanmış teşekkürlerde boğuluyormuş.
Merhabanın boynunu bükene elveda demek zulümmüş.
Zülüflerinden zûl akan yare, sancıyan yaram kadar bile değer görmem.
Ondandır ki yarim ile değil yaram ile hoşum...
Şems_i Tebrizi



Yanağımdaki Gam/ze...


Yanağımdaki Gam/ze...


Konuşmayı öğrendikten sonra sustum, anlam kazandı susuşlarım.
Kelimelerin peşinden giden bir bilme dilencisiydim, kırk yıl köleliğine mahkûm edecek bir ilme açıldı avuçlarım.
Üftadeyim susuz şehrin merkezinde.. Pür-hazan gönlüm, iftarsız oruçlarım...
'Anne' dediğimde geçen acılarım, öpüldüğünde iyileşen yaralarım yoktu benim.. Ter yağışlı çetin yokuşlarım…
Yumdum kelimelerimi, gölgesiz lehçelerle konuştum dünyayla.. Dünya beni suçlar, ben dünyayı suçlarım...
Yanağımdaki gamzeyi ancak yüzüm olgunlaştıktan sonra görebildim..
Güneşe, sadece batmaya yakınken çıplak gözle bakabildim..
Anlamak yetmedi, kavradıktan sonra öğrenebildim..
Kaynağına dökülebilen tek şeyin aşk olduğunu, ancak aşk'ı yaşadıktan sonra söyleyebildim..
Kalemin çalımı dilimi ezdiğinde, sustum ve sadece yazabildim..
Dönmese dilim, lal olsam da ne fark eder, düşüncelerimi kuşatsın selaset..
Çirkin olsam da bakılmasa yüzüme, bakışlarıma düşsün asalet..
Eli bastonlu âmayım, sallanıp dursam da, ruhumu sarsın metanet..
Zenginlerin dünyasında karın doyurma telaşım var… Bu mu adalet..?
Bir canım vardı benim sandığım, anladım ki o da emanet…

Kadim Dolunay


Ruhum Sana aşık, Sana hayrandır Efendim
Bir ben değiL, aLem sana hayrandır Efendim...


Aşk !!! Ağır Yükler Bindirdi Omzuma...
Ne Taşımaya "GÜCÜM" Var, Nede Atmaya "CESARETİM"...
Çığlıklar, Arasnda Sağır Vede Dilsizim...
Ne Duyup Anlamaya İsteğim Var,
Nede Konuşup,anlatmaya mecalim
Aşk Diye Birşey Yaşıyorum. Ne "TEK" Taraflı Demeye Dilim Var,
...Ne De "KARŞILIKLI" Olduğuna İspatım...
Sessizce Bekliyorum Ama Ne Fazla Beklemeye "SABRIM" Var,
Ne De Boşver Diyecek "YÜREĞİM...





Mahcubum Ya RAB!..

الله ♥♥ الله ♥♥ الله

اشهد ان لا اله الا الله واشهد ان سيدنا محمد رسول الله

بسم الله الرحمن الرحيم

Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey,
sizin için hayırlıdır ve olur ki,
sevdiğiniz şey de sizin iç
in bir şerdir.
Allah bilir de siz bilmezsiniz.
[Bakara-216]