28 Şubat 2012 Salı

Allah'ı hakkı ile tanısaydınız Dualarınızla dağlar yerinden oynardı...Hz MUHAMMED S.A.V....

Alemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan ALLAH(C.C.)'a

hamd olsun...

Salatü selam alemlere rahmet olarak gönderilen
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa(s.a.v.)
ve tüm inanaların üzerine olsun...

|Kardelen|“...LAİLAHEİLLALLAH MUHAMMEDEN RASULULLAH...

Mum gibi erimiyorsa insan "YANIYORUM" dememeli;

Yanmaktan korkuyorsa kişi "AŞK KAPISI"ndan girmemeli...


Ya "KOR Yürekli" olmalı insan...


Ya da KOR barındıracak kadar "Yürekli"...



Şems-i Tebrizi




"..Namaz Kılan Yaşlıyı Severim,

Ama; Namaz Kılan Gence Aşığım..!"



Hz.Ömer (r.a)



Garip bir musalla taşıyım ben…

Garip bir musalla taşıyım ben…
Üzerimden ne insanlar, ne hayatlar geldi geçti sayısını bile bilmiyorum. Üzerime her konan soğukluğumdan şikâyet etti. Bilmiyordu ki bu benim değil, ölümün soğukluğuydu.
Benden korkuyorlardı. Ama az sonra kabirde karşılaşacakları çetin hesabı bilecek olsaydılar,

eminim kıyamete kadar üzerimde kalmayı tercih ederlerdi.
Garip bir musalla taşıyım ben…
Kimi insanlar olur ki sabırsızlanırım “Bir an önce üzerimden alıp da götürsünler” diye.

İnanın, bazılarının günahlarını ben bile taşıyamıyorum! Şu ayaklarım da mermer olmasa çökeceğim olduğum yere.

Ama öyleleri de var ki onların sıcaklığında, kendi soğukluğumu unutuyorum. “Cenaze namazını biraz daha uzatsalar,

biraz daha beraber kalsak” diyorum.
Garip bir musalla taşıyım ben...
Bilmiyorum, mimarisi benim kadar basit ama benim kadar ürkütücü olan başka bir yapı var mıdır yeryüzünde…
Garip bir musalla taşıyım işte ben…
İnsanlar bana bakınca düşünsün tefekkür etsin, artık bir şeylerin farkına varsın istiyorum.

Ama her seferinde şöyle bir ürperip, yüz çeviriyorlar benden.
Onların bu haline ben, bazen acıyarak, bazense hüzünle bakıyorum.

Sonra alaycı bir tebessümle haykırıyorum onların tarafına; “Çevir bakalım kafayı, elbet bir gün buluşacağız.

O zaman da böyle yüz çevirebilecek misin benden?” diyorum ama sesimi duyuramıyorum, duymuyor insanlar beni.
Garip bir musalla taşıyım ben…
En hafif yüküm, kışın üzerime biriken kar taneleridir. O soğuk günlerde, bana inat yükselen

ve bana küçümsermiş gibi tepeden bakan binalara bakarım, bütün ürkütücülüğümle.

“Acaba?” derim kendi kendime ve pencereleri gözlerim, “Şu pencerelerden bana bakıp da ölümü düşünen var mıdır?” diye.
İnanır mısınız, daha hiç görmedim bugüne kadar böyle bir kimseyi...
Garip bir musalla taşıyım ben...
Camiye girip çıkanlara bakarım ibretle, “Acaba sıra hangisinde?” diye...
Bazen cemaatten seçtiğim birisinin gelmesini isterim, “Şu gelir bugünlerde herhalde” derim, kendi kendime.

Hatta geçen gün beni yapan ustayı getirdiler üstüme. İşi zor gibiydi, Allah yardım etsin.

“Vay be usta! Sen de geldin demek!” dedim ama ne fayda; o kendi derdindeydi, duymadı bile beni…
Garip bir musalla taşıyım ben…
Bazen çocuklar gelip oynar üzerimde, şakalaşırlar. En çok sevdiğim de bu işte.

Ölü taşımaktan başka bir işe yaramadığımı düşündüğüm anlarda, onlar gelir, unutturur hüznümü ve kötü hatıraları.

“Keşke hiç gitmeseler yanımdan” derim. Bir de o güzelim ezanlar, salalar ve kandil geceleri…

Bunlar da olmasa vallahi çekilecek iş değil benimkisi...
Garip bir musalla taşıyım ben...
“Acaba” diyorum kendi kendime, “Bir günlük tutsaydım ne olurdu?”

Herhalde dünyanın en yoğun ve en sıkıcı günlüğünü yazmış olurdum ben!
Şu cenaze namazlarında konuşulanları, fısıldananları yazsam belki ilgi çekerdi?

Düşünsenize, millet cenazede bile dünya muhabbeti yapıyor. Rahmetlinin varislerine neler bıraktığını soruyorlar birbirlerine!...
Bir de üzerime gelenlerin ağır yükünü, hazırlıksızlıklarının ızdırabını, karşılaşacak oldukları kabir hayatından nasıl korktuklarını yazsam, hiç bitmeyecek ama çoğu insanın da okumaya korkacağı kitap olurdu herhalde.
Garip bir musalla taşıyım ben…
İşte, yine bir ezan ve ardından hoş bir sala…
Belli ki yine bir yolcu var. Kimmiş, hiçte merak etmiyorum. İnanın çektikleri o azapları görmek, çok incitiyor beni.

İnşaallah iyi birsidir de şu soğuğunun üstüne bir de onun ızdırabıyla kahrolmayayım.
Ey insan! Aklına başına al da ne sen benim üstümde yorul ne de beni yor…

OKTAY ÇAKMAK




Edebin ne kadar önemli olduğunu bilseydiniz... Allah'tan rızık yerine edep isterdiniz..."
Hz. Ali

Efendimiz(sav):

-"Altın tasla kevser suyunun başında ümmetimi bekleyeceğim. Oraya gelenlere ikram edeceğim. " der.

Ahir zaman gençlerini görünce elindeki tası bırakır. Bunu görenler:

-"Ya Rasulullah! Onlara vermeyecek misin?" deyince Rasulullah onlara:

-"Ahir zamanda alnını secdeye koyan gençlerle arama altın tası koymak istemiyorum

onlara elimle ikram edeceğim ." der...

O alnı secdeli gençlerden olmak duasıyla ...




24 Şubat 2012 Cuma

Sonsuzluk Çağrısına Ses Ver Ey aşk!


Alemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan ALLAH(C.C.)'a hamd olsun...
Salatü selam alemlere rahmet olarak gönderilen
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa(s.a.v.)
ve tüm inanaların üzerine olsun...

Kalbimizdeki ne ise, biz oyuz aslında…
Kalbin nerede ise, orası seninledir...
İsmini hatırlayamadığım bir sahabe Peygamberimize bakarken birden ağlamaya başlar… Peygamberimiz (asm) sorar:

“Neden ağlıyorsun?” Gözleri yaşlı sahabe cevap verir:
“Ey Allah’ın sevgilisi, sen Peygambersin, bir gün bizler öleceğiz. Sen Rabbine kavuşacaksın ve Cennete gideceksin;

ama bizim ne olacağımız belli değil… Ben öldükten sonra, bir daha seni hiç göremezsem diye korkuyorum…
Beni ağlatan bu…”
Duygulanır Efendimiz (asm), “Üzülme” der: “Üzülme, çünkü kişi sevdiği ile beraberdir… Orada da öyle olacaktır…”
Sahabe için Cehennem, biraz da Peygambersiz kalmak, onu görememektir…
Bu sevgidir, bu bağlılıktır onları Cennete taşıyan…
Sahabeyi sahabe yapan…
Peygamberimizin (asm) vefat ettiğini öğrendiğinde, “Kim Muhammed öldü, derse; onun boynunu vururum” diyen Hazret-i Ömer de bilmektedir her nefsin bir gün gelip ölümü tadacağını; ama dayanamamıştır gitmesine…
Vefat ettiğini öğrendiği an onu özlemeye başlamıştır çünkü…
Yokluğudur onun gözlerini dolduran…
Özlemekte miyiz Hazreti Muhammed’i (asm)?
Zaman zaman bizim de gözlerimizi doldurmakta mıdır onu özlemek?
“Muhammed öldü” diyenlerin, ona “ölü” muamelesi yapanların boynunu vurmak geçmekte midir bizim de içimizden?
Onu bir gün görebilme ihtimali düştüğünde içimize, titremekte midir göz kapaklarımız?
Hazret-i Peygambere mektup yazan liseli çocukları gördüğünüzde bakışlarınız dalıp gider mi çok uzaklara?

Sevgiyle ve inatla hiç önünüzdeki boşluğa “Lebbeyk ya Muhammed (asm)” diye bağırmak geçer mi içinizden?
Bir kalbi kalp yapan, o kalbin içinde hayat bulanlardır…
Kalbimizdeki ne ise, biz oyuz aslında…
Geri kalan teferruat…
Geri kalan, et, kemik, kan...
Birkaç kelime…
Birkaç uzun cümle…
İşlerimiz, cinsiyetimiz, memleketlerimiz, ne zaman doğup ne zaman öldüğümüz...
Birbirlerini seven dostlar için edilen bir duâ vardır. “Allah sizi Cennette komşu yapsın” denir onlara…
Allah sizi sevdiklerinizle komşu yapsın…

Dualarıma içtenlik ver Ey RABBİM.. Her ihtiyacımı sana muhatap olma vesilesi eyle..
Fısıltılarımı, iç çekişlerimi, suskunluklarımı da dua diye kabul eyle..
Herduamda sonsuz yakınlığını hissetmeyi, hiç bitmez ihsanını tatmayı nasip eyle..

CUMAMIZ MÜBAREK DUALARIMIZ DERGAH-I ULUHİYETİNDE
KABUL EYLESİN...
AMİN...AMİN...AMİN....
KARDELEN
|Kardelen|“...LAİLAHEİLLALLAH MUHAMMEDEN RASULULLAH...

Bir kalbi kalp yapan, o kalbin içinde hayat bulanlardır…




“Son yatacağı yer iki avuç topraktan ibaret olan kişiye de ki:
Sarayını, çardağını göklere kadar yüceltmeye ne hacet var?”
Hafız-ı Şirazî

|Kardelen|“...LAİLAHEİLLALLAH MUHAMMEDEN RASULULLAH...

Ölümün Kardeşi...

Ölümle aramız iyi değil ama kardeşiyle iyi anlaşıyoruz. Bizi seviyor o.

Eli hep omzumuzda. Evde televizyon izliyoruz geceleri. Sabahları beraber gidiyoruz işe.

Okulda yanımızda oturuyor, aynı sırada.
Gemiyi yanaştırırken, çımacımız, ameliyata girdiğimizde hemşiremiz, araba kullanırken muavinimiz.

Tatile beraber çıkıyoruz. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor.

Ayrılıp gitse bile bir süre yanımızdan, eli hediyelerle dolu dönüyor tekrar.

Ah o rengârenk ambalajlara sarılı kutular! Ah kardeşi ölümün; gecelerimizi kaleydoskoplara çeviren sihirbaz!

Yoruldukça sokuluyor yanımıza ağır ağır, dostane tebessümü narkoz, tam indireceğiz maskesini cerrahımızın,

ışıl ışıl gözlerini mahmur gözlerimize saplıyor. Seviyoruz katilimizi. Çünkü her sabah elimizden tutup kaldırıyor mezarımızdan. Güneşi altın bir madalya gibi takıyor boynumuza. "Bir gün daha yaşadınız!" diye çığlık atıyor.

"İşte döndünüz hayata!"
Ölümle aramız iyi değil ama kardeşiyle iyi anlaşıyoruz. Bizi seviyor o. Eli hep omzumuzda.

Bir gün göremesek onu, başımıza ağrılar giriyor. İki gün göremesek kan çekiliyor damarlarımızdan.

Üç gün göremesek dayanıyor kapımıza, gülüşünü şakağımıza dayayıp boş senetleri imzalatıyor.

Rakamları o seçecek, Marlon'u kıskandıran "Baba". Artık onun emrinde çalışıyoruz.

Deniziz, dalgalarımızı bir bir esir alıyor. Rüzgârız, yelkenlerimizi tek tek yırtıyor. Ateşiz, kıvılcımlarımızı çil çil satıyor böceklere. Taciriz, kervanı şehrin girişinde karşılıyor hep. El koyuyor bütün mallarımıza. Yalnız o indiriyor pazara kumaşı.

Tek gözü görmüyor. Heybelerin bir gözü onun. Herkesin kârına ortak. Yine de kızamıyoruz ona.

Kızmak da ne, yarısını bağışlıyoruz hayatımızın. Çatırtıyla ayrılıyor ikiye karpuz. Suları çenemizden damlıyor hayatın.
Ölümle aramız iyi değil ama kardeşiyle iyi anlaşıyoruz. Bizi seviyor o. Eli hep omzumuzda.

Bakın nasıl yürüyoruz gözlerimiz kapalı. Nasıl uzatıyoruz ellerimizi boşluğa.

Kayıp eşyamızı arıyoruz her gece yatağımızdan kalkıp. Som altından çiviler çakıyoruz namımıza.

"Somnambülizm" diyorlar işimize ne tuhaf, gözleri kapalı hüküm verenler. Hem birbirimizden ne farkımız var!

Milyarlarca uyurgezer, yaşıyoruz kardeşçe. Birden uyandırmak kimin haddine!

Hadi hep beraber uzatıp ellerimizi, kütüphanelere doğru yola çıkalım. Bütün gece yol alalım, sabah ezanına kadar.

"es- Salâtu Hayrun min en- Nevm!" Müezzin gözkapaklarını tıklatsın.

Hey kimse yok mu! İki kontrol kalemi gibi dokunsun kollarımız kalın ciltlere.

Yanan kızıl ışıkları varsın olmasın gören. Kızıl ötesi dürbünümüzle vurup satırları bir bir.

Avlarımızı paylaşalım. Dök çantanı o halde yere.

Çevir sayfalarını sözlüğün. "U" harfine gelene kadar uyuma!
Ölümle aramız iyi değil ama kardeşiyle iyi anlaşıyoruz. Bizi seviyor o. Eli hep omzumuzda.

Adı uyku. Bakalım ne yazıyor sözlüğümüz hakkında:

"Dış dünyadan ve vücuttan gelen uyarıları tamamen veya kısmen etkisiz hale getirip ruhun hakkını bedene iade eden sevimli eşkıya", " Kralla soytarıyı aynı direğe bağlayan şerif", " Varlığını da yokluğunu da en şiddetli şekilde hissettiren efsanevi kahraman", " Allah'ın mazlumdan da zalimden de esirgemediği hayat iksiri", " Çeçe sineklerinin yaptığı zehirli bal"...

Sözlük de sözlükmüş ha! Seviyor mu sevmiyor mu belli değil. Övüyor mu övmüyor mu?

Eski Çin'de suçlular mahkum edilmiyor mu uykusuzluğa!

Antik Roma'nın Makedonyalı kralı Perseus uykusuzlukla öldürülmüyor mu!

Demek ki uykuya ihtiyacımız var! Uyku bir sis gibi çökmüyor mu caddelere!

Çeçe sinekleri kara bulutlar gibi dönmüyor mu aklımızın üstünde! "Nevm"in başında "nun" var.

O büyük balık açmış karanlık ağzını sonsuza.

Atmak için gözlerimizin kapanmasını beklemiyor mu, hiçbir kervanın yanından geçmediği o derin kuyusuna.

Demek uyanmaya ihtiyacımız var!
Ölümle aramız iyi değil ama kardeşiyle iyi anlaşıyoruz. Bizi seviyor o. Eli hep omzumuzda.

" Uyku ölümün kardeşidir!" diyor Abdulkadir Geylâni, "Allah alır o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında..."(Zümer,42) âyetinden çalıp elması. Üşüyoruz. Uyku aczin örtüsü dünyada.

Ancak kudret eliyle sıyrılabiliyor örtü. Bütün gücümüzle haykırıyoruz: Eksikliklerden uzak olan Yüce Allah uyumaz.

Melekleri de uyumaz O'nun. Cennetlikler de uyumayacaklar.

"İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar," diyor Hz. Peygamber.

Ne hazin macerası insanın. Uyanabilmesi için ölmesi lazım!

Fakat ölüyor her gece, diriliyor her sabah. En güzel uykuyu geçiyor uyanışın atı.

Uyumanın en güzel tarafı uyanmak. Kıyamet koptu!

Ah insan!

Hâlâ kıyamet alâmetleri arıyor kitaplarda.
A. URAL


'' Bana o kadar yakınsın ki, seni ben sandım..

Sana o kadar yakınım ki, beni sen sandım..

Sen mi bensin ben mi senim şaşırıp kaldım.. ''

Mevlana

'Bildiklerini unut" diyor, DOST...

''Bildiklerini unut" diyor DOST. Gel al eline bir silgi, şu yeni başlayan güne, bilgilerini silmekle başla.
" Zanlarını, yargılarını, önyargılarını ve dahi bütün genellemelerini koy bir çuvala ve hepten terk et.
Gıybet etme sakın, bil ki dedikodu denilen şey mıknatıs gibikötü enerji çeker.

Kimsenin aleyhine konuşma, uzaktan atıp tutma, insanları kem dille yargılama, bil ki yanılırsın.
Birini ne kadar çok aşağılar yahut dışlarsan, onun durumuna düşme ihtimalin o kadar artar.

Kainatın matemetiğidir. Bir koyar, bir alır insan. Bilmeden kendi hesabını dürer" diyor DOST...
"Hiçbirkonuda emin olma."

Kendini ayrıcalıklı sayma.
Konumuna ya da mevkine, ismine veya şöhretine güvenme. Şu hayatta tüm zahiri kisveler sabun köpüğünden ibarettir.
Nazlı nazlı yükselir köpük, derken pat diye sönüverir.
Herzaman başkalarından öğrenmeye açık ol. En iyi bildiğin konularda bile köşeli düşünme, büyük konuşma.
Cümlenin sonuna nokta değil, ünlem değil, virgül yahut üç nokta koy.

Açık bir kapı bırak daima. Ne kadar bilsen de hiçbir zaman yeterince bilemeyeceğini unutma.Tevazudan şaşma.
Ancak ozaman kurtulabilirsin bilginin cehaletinden. " diyor DOST...
Şems-i Tebrizi

22 Şubat 2012 Çarşamba

Mecnun olup Leyla için çöller aşmışsın ne fayda! Mü'min olup Mevla için secdeye varmadıktan sonra...!


Gönül'e nakş olmamışsa Aşk....Dile düşse ne olur....
Tut ki dillere varan Aşk...Yâr'e varmamışsa ne olur....!



21 Şubat 2012 Salı

Söz ilaç gibidir.Azı Faydalı, Çoğu Zararlıdır Hz.Ali

Sebepler sukut etmiş Allah’ı düşün serinle,
Telaşa kapılma,İmanın sesini dinle
UNUTMA!
Sen görmesende biri var seninle.
Hiç durma ona yönel, gönül diliyle inle…

Dedim; -Nerdesin ?...Dedi; Duâ/n Kadar Yakınında....

"...Aslında birbirimize ne kadar da yakınız.
Birbirimizin kapılarını açacak nice anahtarlara sahibiz.Belki küçük gördüğümüz bir ikram, bir selam, bir tebessüm, kısa bir ziyaret, ufacık bir hediye...Yeter ki niyet edelim birbirimizi sevmeye.
Cennette de komşu, eş dost, aile, akraba olabilmeye ve iman etmeye..."


20 Şubat 2012 Pazartesi

" Dediler ki: Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur. "Mevlâna''

"Dediler ki: Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.

Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur.

"Mevlâna''


SÖZÜN AMELİNDENDİR....
BELKİ BÜTÜN zamanların özelliğiydi, bilmiyoruz.
Ama birşeyden eminiz; yaşadığımız zamanın bir özelliği bu: sözü amelinden saymamak.
Bu zamanın insanları, sözü çoğaltıyor. Konuştukları arasında üstüne farz olmayan nice konu olduğu gibi, ondan da önemlisi, konuştukları arasında üstüne haram olan konular var. O öyle dedi, bu şöyle yapmış, bunun böyle yaptığını söylediler, berikinden şöyle duydum diyor insanlar. ‘-mış’lardan ‘-dır’ üretiliyor, söylentiden ‘gerçek’ türetiliyor. Niyet okuyor insanlar; “Ben öyle zannediyorsam öyledir” diye biliyor ve o yüzden akıllarına gelen herşeyi diyebiliyorlar.
Böyle diye diye, dostluklar yıkılıyor, kardeşlikler aşınıyor. Güven bunalımı yaşıyor insanlar; kimileri kimseye güvenemiyor, güvenenler ise güvendiği dağlara yağan karları hayretle seyrediyor.
Gelin görün ki, bu yüzden bozulan bir beraberliğin, yıkılan bir dostluğun, biten bir evliliğin, dağılan bir ortaklığın sorumluları, kendilerine savunmakta hiç mi hiç zorluk çekmiyorlar: “Ben birşey yapmadım ki!”
‘Yapmak,’ yani ‘amel etmek,’ yani bir eylemde, bir fiilde bulunmak insanın eliyle, ayağıyla yaptığı şeye işaret ediyor ise eğer; doğru, yaptıkları birşey yok. Karşıdakine ne yumruk salladılar, ne uygun yerine tekmeyi vurup kapı dışarı ettiler. Ne elleri birşey yaptı, ne ayakları.
Ama ‘yapmak’ denilen şeyin içine dudakların kıpırtısı, ‘dil’in kıvrılışı, ses tellerinin titreyişi de giriyorsa eğer, o kadar çok şey yaptılar, o kadar ağır fiiller işlediler, öylesine yıkıcı bir şiddet uyguladılar ki!...
Ses telleri titredi, dilleri kıvrıldı, dudakları kıpırdadı ve ağızlarından ‘söz’ denilen şey çıktı. Birbiri ardısıra birleşip ‘cümle’ haline gelen kelimeler çıktı.
Ki çıkan bu kelimelerin bir kısmı ‘geldikleri gibi gidiyor’du. Kulaklardan girmişti bu sözler; ‘dinlemek’ denilen bir ‘eylem’ ve bir ‘amel’ sonucu içimize girmişlerdi: şöyle olmuş, böyle diyorlar, filan şöyle söylüyor.
Bir kısmı da, ‘kendi üretimimiz’di: sanırım öyle, öyle zannediyorum, muhakkak şundan dolayıdır...
Sözün kısası, şu zamanda, yapılan haksızlıkların, uygulanan şiddetin, sergilenen zulmün asıl büyük kısmı, ellerden ve ayaklardan gelmiyor. Evet, bir düğmeye basıp binlerce insanı öldürecek kadar zalimler de var aramızda; ve bu hepimize zalimlik olarak gözüküyor. Ama, bir sözü ağzından çıkarıp binlerce insanı manen öldürecek kadar zalimler hem çok daha fazla, hem de yaptıkları zalimlik olarak görülmüyor.
Nice diller var ki, bir makineli tüfekten daha seri atışlar yapıyor.
Nice ağızlar var ki, bir atom bombasından daha etkili radyoaktif serpintiler bırakıyor.
Bu raddeye varmamış ağızlar bile tekin değil. Bu ağızlarda bile, kuytularda bir yerde, ilk fırsatta söylenmek üzere birçok söylenti, pek çok zan, bir miktar iftira yedekte bekletiliyor.
Çıkarları dün birlikteliği gerektiren siyasîlerin, işadamlarının, gazetecilerin çıkar çatışmasına düştüklerinde ortalığa saçılan sözlerine bakın. ‘Dünya tatlısı’ bir dile sahip ‘şeker gibi adam’ların, çıkarına veya damarına dokunulduğunda dilinde ve tadında gerçekleşen müthiş değişime bakın. Elleri birşey yapmıyor gerçi. Ama dilleri, bir makineli tüfekten daha zalimce yaylım ateşine tutuyor karşısındakini; ve yine ağızları, bir atom bombasından daha vahşi bir şekilde, geride hiçbir hatıra ve hiçbir yâdigâr bırakmadan bir birlikteliği mutlak surette öldürüyor.
Bana en ağır geleni, ‘canının istediği’nden başka ölçüsü olmayan ve elinde bu dünyadan başkası bulunmayan ‘tek-hayatlı’ dünyevîlerin dilleriyle yapıp ettikleri değil.
Evet, o da ağır geliyor bana. Ama bana en ağır geleni bu değil.
Bana en ağır geleni, ‘rıza-yı ilâhî’ diye bir esastan haberdar olan ve bu dünyanın ‘konulur göçülür bir han’ ve bir ‘dâr-ı imtihan’ olduğunu bilen uhrevîlerin, yani dindarların, yani mütedeyyin insanların da bu girdaba girmesi.
En ağırın da ağırı ise, mütedeyyin insanlar içinde, önder, yol gösterici, mürşid, nokta-i istinad, örnek, nümune-i imtisal konumunda olan gruplar ve kişiler arasında dahi bu duruma rastlanabilmesi.
İnandığın Rab, “Zandan sakının. Zannın çoğu, büyük günahtır!” diyor; sen zannet ve zannettiğine göre hükmet!
İnandığın Rab, “Tecessüs etme!” diyor; sen özel hayatları dikizle ve dikizlediğin kadarıyla hükmedip, mü’min kardeşin hakkında söylenti üret!
İnandığın Rab, “Gıybet etme!” diyor; sen gıybeti ‘ölü kardeşinin etini yeme’ zorluğunda ve kerihliğinde değil, ‘fındık fıstık yeme’ kolaylığında ve lezzetinde gerçekleştir!
İnandığın Rab, “İftira atma!” diyor ve atıp da dört adil şahitle isbatını yapamadığın her iftira için seksen sopa yemene hükmediyor; sen bu dünyada bu şartlarda sopa yemeyecek olmanın rahatlığıyla ve öte dünyada yiyeceğin sopaları asla akla getirmeden “çamur at, izi kalsın!” vahşiliğine giriş!
Üç kuruşluk para, iki kuruşluk makam, bir kuruşluk hürmet, beş para etmez bir şöhret için kimi mü’minlerin kimi mü’minler için söyledikleri sözler; kimi mü’minlerin kimi mü’minler ettiği yaydığı söylentiler, ettiği iftiralar, sarfettiği ‘-mış, -mış’lar, hükmettiği ‘-dır, -dır’lar gözüme, kulağıma, gönlümü iliştikçe, içim sıkılıyor, ruhum daralıyor, yüreğim yaralanıyor.
Hem de ne beter bir sıkılma, ne beter bir daralma, ne beter bir yaralanma!
‘Güzel ahlâk’a dair o kadar onca hadisi hatırlayın.
“Ahlâk dinin kabıdır” hadisini ise unutmayın.
Ve dikkat edin: Kabımız kırılmasın. Kalblerimiz de.
Ben bunun sırrını ve yolunu, eşkiyâlıktan geçip evliyalığa ermiş bir büyük insandan; “İman edenler için o zaman gelmedi mi ki, Allah’ın zikrine ve hak olarak indirilen Kur’ân’a karşı kalbleri yumuşasın” (Hadîd, 16) âyeti yüreğine iner inmez eşkiyalığı ve her türlü kötü ahlâkı bırakıp evliyalığa terfi eden bir nümune-i imtisalden;
Fudayl b. İyaz’dan öğrendim.
İşin sırrı şu: “Sözünü amelinden bil.”
Metin Karabaşoğlu
|Kardelen|“...♥♥♥Ey YaR!! İçinde SEN olmasan Taşırmıydım Bu YüReĞi!..♥♥♥
"Allah'ım! Senden hidayet, takva,
iffet ve gönül zenginliği dilerim."

[ Hadis-i Şerif]

3 Şubat 2012 Cuma

Rabbim! Yüzümü Sana döndüm, Gönlümü de Sana çevir.. Rabbim! Bir Seni bir bildim...

...Çaresizlik Allah'tan gelen en güzel işarettir.
Duanın vaktinin geldiğini gösterir.Kulluğunu hatırlatır kul olana.
Ve Rabbiyle buluşma vaktidir aslında
..Süzülüyorsa gözünden yaşlar,ahlar içindeyse yüreğin,
hüzünlüyse güzel yüzün,
..Rabbin seni özlemiş sesini duymak istemiş demektir.
Öyleyse ne duruyorsun,git onun kapısına
Vur ihlas ve samimi olarak YARAB tokmağıyla
..Bekle..LEBBEYK diyerek açılacaktır sana ...
MEVLİT KANDİLİMİZ MÜBAREK OLSUN...
KARDELEN