Söz, suya atılan taşın etrafındaki hâleler gibidir.
Suyun etrafındaki halkaların ne kadar genişleyebileceğini
bilemeyeceğiniz gibi, sözün gönüllerde ne etki yapabileceğini de
bilemezsiniz, burada anlatırsınız, kim bilir kimin gönlünde ne etkiler bırakır!
Sabahattin Zaim
Konuşsam Dilim Yanar ...Sussam Kalbim ...
(N.F.K)
Yorgun yüreği umutla umutsuzluk arasında salınıp duruyor…
İsteklerine isteksiz… Sıradanlığın seyrinde çırpınıyor çaresizlikle…
Emeller elemlerle alude… Dert dergâhının devrik dervişi gibi dolaşıyor dolambaçlı yollarda…
Delik deşik olmuş duygularla hissizleşmiş ve yalnızlaşmış yaşıyor yaşamın kıyılarında…
Gurbet nedir, sıla neresidir bilmeden soruyor gittiği sinelere…
Gurbet oku saplanmışken yüreğine, sevgi sayıklıyor tereddüt diyarlarda…
Acılara ağlayamıyor, sevinçlere gülemiyor sabahsız akşamlarda…
Buruk bakıyor ufkun kızıllığına…
Ellerini uzatıyor tutamadığı yalnızlığa, yüreğinden akıyor acılar…
Boş gönlü hoşluk arıyor… Ağlasa denizler kurur, gülse dağlar savrulur mu ki?
Kıpır kıpır kalbi, kanatlanmak uçmak istiyor bu diyarlardan bilmediği diyarlara…
Neresiyse burası doyurmuyor onu, açlığın acısından taş bağlayası geliyor yüreğine…
Çile çemberi yırtılsa yar olur mu sevinç çığlıklar? Gurbete mi yolculuğu, yoksa gurbet mi onun içinde yolcu…
Bırakamıyor burukluğu, terk edemiyor hüznü… Şenlendirmiyor şarkılar, sözler, sazlar…
“Ben buyum, bunlar benim” diyemediği diyarda dirençsiz, isteksiz ve çaresiz…
Her şey, herkes onu çağırırken o kendinden kaçıyor, nereye kaçtığını bilmeden…
Boş elleriyle yüreğinin sızısına bastırıyor… Bakışlar baygın, yüz süzgün, dizler dirençsiz, ayaklar ağır…
Güleceği gurbete yürüyor yarım ve yırtık yüreğiyle…
Sıla, sıradan sevgili…
Sığ sularda saklanır mı sevgili…
Hayat, erişilmez ve vazgeçilmez gizli sevgili…
Sahiplenmek mi, sahip olmamak mı saadet?
Çile çekilmeye mi, safa sürülmeye mi gelindi buraya? Ağlamalar aşkı beka ağlamaları mı?
Ayrılıklarda gülen var mı?
Gönül suyu gözlerinden damlıyor… Yakınları yakıyor yüreğini…
“Ben benim değil” kime ne diyebilir? Sensizlik ve sessizlik solukluyor kimsesizlikte…
Kendinde kayıp, “gül”ünü arıyor…
Her şey çok mu basit, çok mu karmaşık? Çok mu karamsar, çok mu iyimser?
İçin içine sığmazken, içinde kayboluyor birden…
Kimsesizlik kuyusunda örümcek ağlara tutunmakla tutunmamak arasında salınıyor…
Canı titriyor yalnızlık rüzgârlarından…
Gurbet bulutların hüzün sağanağında sırıl sıklam…
Haykırası geliyor; hey “ben” neredesin? Hakikat havzında erimişliği kabul edebilecek misin?
Buzul güveni ile gülebileceğini inanıyor musun?
Sen sen ol, sensizliğini savur varlığın yokluğunda… Yokluğun varlığında bulursun kendinle birlikte her şeyi…
Küsmek ve ağlamak değil hakikat ağlarına takılmakla çıkarsın gülen gün yüzüne…
Sıla sevmekle, ayrılık aşkı çekmekle gidilir ve gelinir, gidilmez ve gelinmez diyarlarda…
“Ben”le buluşulur aşktan öte sevgiliyle…
Ağlamanın ve sevinmenin suskunluğunda söylenir ve dinlenir vuslat…
Misali sevgililerden hakikat sevgisini ve sevgilisini bulmakla geçer gücenmeler ve gücendirmeler…
Çeşitten ve cerbezeden geçmekle görünür, gerçeğin göz bebeği…
Çer çöple kaplanmışsa gözün ufku, gönlün derinliğinden korkarsın…
Korkuları kaybetmekten korkma, kendini kendinde kaybetmekle bul hakikatin hakiki yüzünü ve özünü…
Hüseyin Eren
Hesabı verilemeyecek bir hayat yaşayanlar hesap gününe nasıl inansın…
Mustafa İslamoğlu
Kelebek dokunuşlarını tanır mısınız?…
Hiç beklenilmeyen, çoğu zaman farkedilmeyen
zaman girdabından yüreğinizin tarlasına konmaya çalışan.
Kimi zaman bir kayalığın kenarında durmuş, o dokunuşa bile hasret beklerken,
Kimi zaman depremlerimizde tüm sert darbeleri savurur ya da sakınırken.
Yaşanılan ne kadar sanal, ne kadar gerçek ayırdına varamazken,
Yüreğinizin kıyısından hafifçe saran,
Derinliklerinizdeki rüzgârlarda kilometrelerce yol alan bir kelebek dokunuşudur.
“Bir kelebek dokunuşu nasıl bu kadar yol alır?” demeyin,
Onlar rüzgârlarınızdan da hafiftir de ondan.
Peki rüzgarlarınızdan da hafif kelimelerinizi tanır mısınız?
Hani şu içinizdeki kokuya dokunan ve baharı yaşatan.
Yüreğinizin dağlarında kokanı tanır mısınız, zirveden akan karlara karışan?
Ya o kokunun kaynağını?
Şifreyi bilir misiniz, içinizdeki cenneti aralayan.
Cehennemde orada, aslına bakarsan.
Hayat ve ölüm, içimiz ve dışımızdaki evren,
kelebek dokunuşlarında buluşan anlam.
Taşınır rüzgârlarında zamanın; farkedilemeyecek kadar hafif,
ama aslında inanılmaz derecede ağır bir anlam…
Özlem Uluğ
Mahcubum Ya RAB!..
Sevmeler arasındaki fark düşüyor beynimin kıvrımlarına.
Ah hevesin kapısı!
Ah insanları kavramların anlamları arasında gezintiye çıkaran duygular.
Ah yalnızlık!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder