İNSAN OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞINI
taşımanın zorluğunu ne dağ ne deniz ne gök ne yer anlayabilir ve dayanabilir.
Çünkü onlar böyle bir yükü taşımayı kabullenmediler. Fakat Kadir-Rahim insana
bu ağırlığı kaldırabilecek çok üstün kabiliyetler vermiş,maddi ve manevi cihazlarla donatarak yeryüzüne göndermiş.
İnsan bu istidatları farkedip Halik-ı kainatın istediği istikamette kullandığında bırakın dünyayı,
kainatı bile geride bırakıp ebedi saadetlere gidebilir.
İnsanın dayanılmaz hafifliği de verilmiş kabiliyetleri yerinde kullanmadığında çukurların en çukuruna düşebiliyor,
ondan aşağıda kimse bulunmuyor olması. Böylesi sukutlara düşürebilen yanlış kullandığı bir vasfı da aceleciği,
yani Kur’an’ın ifadesiyle “acul” olması.
Lanetlenmiş şeytan Adem’e (a.s.) secde etmemekte acele etmeseydi böyle bir sükuta düşebilirmiydi?.
Kahhar-ı Zülcelali hatıra getirerek neyin ne sonuç getireceğini düşünüp teenni ile hareket edebilmek...
şeytani bir vasıf olmadığını şeytanın tavrından zıttıyla öğreniyoruz.
Helak olan kavimler Peygamberlerin getirdiği ilahi mesajı kulaklarına tıkama aceleciliğin sonucunda
bu duruma düşmediler mi?. Ya Mekkeli müşrikler...
güneş gibi bin mücize ile parlayan nübüvvet karşısında gözlerini aceleyle kapatıp karanlıkta kaldılar.
Kainatın hayatın,eşyanın sırları açan insanın madde ve manada bütün ihtiyaçlarını karşılayan
Kelam-Ezeli Kerim Kur’an’ı dinleme ve akletme teennisinde bulunup aceleyle kılıçlarını çekmeseydiler
Bedir kuyuları leşleriyle dolmayacaktı.
İman ehli olarak zaman zaman benzer hatalara düşebiliyoruz.
Fakat biz babamız Hz Adem (a.s.) tavrıyla yasak olanı yaptıktan sonra tevbe ve istiğfarla
Rabbi Rahimize yönelip affımızı isteme teennisine gösterebiliyoruz.
Aslolan hata yapmamak değil hatayı farketmek ardından telafi edebilmek.
Hatta hataları sıçrama taşı gibi kullanabilmek.
Yunus (a.s.) artık hidayete ermezler düşüncesiyle vahiy gelmeden şehri terketme aceleciği sonucunda gecenin denizin,
balığın daracık karanlık karnında yaptığı dua ve niyaz ; halen kararan karanlık gönüllermize
aydınlık sahil-i selamete çıkarıyor. Hatasını bilme ve telafi etme teennisi göstermesi
bize böylesi bir dua ve niyazı öğretti, hakikat dersini verdi: acele etme.
Musa (a.s.) Hızır ‘la (a.s.) görüştü fakat aceleciğinden yolculuğu kısa sürdü.
Hadiselerin iç boyutlarını görmek için bekleme sabrını göstermediğinden üç defa ihtar aldı
artık üçüncüsünden sonra Hızır onu terketti. Terkederken yaptıklarının mahiyetini anlatarak iz bırakt:
Bekle gör, duyduğunla değil gördüğünle bile acele hüküm verme yanılırsın.
Şahsı manevi olarak geçmişte büyük sıkıntılar, kırılmalar,dalgalanmalar yaşadık.
Geçmiş geçmiştir, kaderdir artık yapacak bir şey yoktur, fakat yarınlar için alınacak büyük dersler var.
Şahsı manevinin “Acele ettim kışta geldim” dediği Üstadı “Görseniz ajandır ifşa etmeyin” derken nice insanları gördüğümüzle değil duyduklarımızla aceleyle yargılama, hüküm verme hafifliğine düştük.
Hepimiz her birimiz teenni ile düşünüp “kul” olma ağırlığı ile
büyük değişimlere gebe yarınlara hazır olmak yükümlülüğündeyiz.Çünkü yarına bugünden hazırlanılır.
Cemaat şahsi manevisini tenzih ederim hitabım nefsimle beraber diğer nefisleredir.
Döndüm kendi karneme baktım kırıklarla,kırılmalarla dolu olduğunu gördüm.
Zaten bu yazı böyle bir kırılma neticesinde yazıldı.Gün bitiminde küçük bir caddede eve doğru gidiyorum.
Caddenin sonuna yaklaştım en önde arabanın biri önü boş olduğu halde durduğunu gördüm,
arkasında diğer arabalar birikmiş klaksiyon çalıyor.
Hatta birisi biraz kızgın bağırıyor “Önün boş ne duruyorsun kardeşim”.
Ben de içimden bağırana tasdik ediyorum “olmaz ki böyle diyorum.” Yürümeye devam ediyorum,
yol sağa ve sola ayrılıyor. Baktim ki soldan bir araba gelme durumunda
onun rahat geçmesi için bekliyor olguğunu farkettim. Tanımadığım adama kötü zan etmekle haksızlık ettiğimi farkettim Fakat bu defaki kızgınlığım öbür arabaya yöneldi çünkü o
yerinde duruyor onun da arkasında arabalar bekliyor.
Yürümeye devam ediyorum arabaya yaklaştım ne göreyim meğer arızadan dolayı hareket etmiyormuş.
İkinci araba sahibine de yanlış hükmümden dolayı yine hata yapmıştım.
Her şeyden önce hakikat arayışı içinde hareketli olmalı gördüğünle yetinmemeli
hadiselerin derinlikli boyutlarına girmeli. Bazen görülen doğru olabilir söylenen de doğrudur,
fakat aceleci verilen hüküm yanlış olabilir. Birinci şöförün ve benim durumum gibi.
Hadiseye yaklaşıyor olmak, yanlış olan birinci engeli aşıyor olmak bile hakikate tam kavramak ve
adil hüküm vermek için yeterli olmayabilir. Biraz daha sabır biraz daha teenni...
Benim ikinci durumum gibi. Artık aynel yakin meseleyi kavradıktan sonra itirafta bulunmak:
Acele ettim yanlış hüküm verdim...Kusurunu itiraf...
Bir daha böyle durumlara düşmemek için hüsnü zan ve teenni üzere olmak.
Benim olmam gereken üçüncü ve son halim.
Evet dostlar öncelikli ve acele yapılması gereken menfi aceleciliğin dayanılmaz hafifliğinden acilen kurtulmak.
Kötülüklerin def’i iyiliklerin celbi, iyi hasletler kazanmak,
istiğfar ve namaz için acele edebiliriz etmeliyiz de.
Ne diyelim sözün önü, sonu ve özü Kelam-ı Ezeli’nin:
“İnsan hayır için nasıl dua ediyorsa, şer için de öylece dua eder.
Çünkü insan pek acelecidir. (İsra, 11)
Hüseyin EREN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder