23 Şubat 2011 Çarşamba

Kendinle Tanışmak...



Kendinle Tanışmak

Sahiden, kendi kendinizle konuştunuz mu hiç?

Ipıssız bir gecenin yapayalnızlığında dinlediniz mi içinizi, ne diyor?

Herkes herkesle birlikte, siz ise kimsesizlikte…

Bir dayalı sandalyesine oturtup kendinizi, hesaba çektiniz mi bir savcı tavrıyla?..

Geçirdiniz mi bütün bir ömrü, muhasebenin hassas imbiğinden?

Süzdünüz mü hayatınızın üsaresini kışırından? Sonra elediniz mi kof edebiyatı,

içli sözlerinizden? Tutabildiniz mi ihlasın şefaat elini, amellerin mahşerinde?

Nasıl, ümit var mı? Bulabiliyor musunuz amel defterinizde cenneti gösteren bir işaret?

Ne dersiniz? Yoksa kendinizi mi aldatıyorsunuz ‘desinler’e kurban kulluğunuza bakarak?!.

Birbirine düşman düşüncelerin beyninizi kıymık kıymık kemirmesi karşısında,

hafakan gelgitlerini yaşadınız mı iki dünya arasında, bazen de olsa?..

Bir lahza sükut içre yakalayıp kendinizi, kulak verdiniz mi

son sözüne kadar, neler söylüyor?

Münakaşa yaptınız mı yer yer, arzuları, idealleri hakkında?..

“Gel ey şu kadar yılı iç içe geçirdiğimiz dost!

Söyle, nedir şu ağlatan ahüzarın? Nedendir bu denlü etkar ü efganın?

Bunca heves ve iştiha da neyin nesi?!” diyerek.

Derinliğin olduğu yerde, kaynama olur böyle.

Ve her kabir suali de ucu “ahfa’ya açılan helezonik bir girdapla burgular durur, derin insanların ruhunu.

Günahların kalbe bir gaflet perdesi germesine ve aynasını da

ise-pasa boğmasına rağmen,

delip atar her türlü maniayı, bu mahşer korkusu!…

Evet, söz dinlemez, irade tanımaz duygularınızı, böyle ezici bir hesap cenderesinde ayarlayabilirsiniz sırat-ı müstakime.

İfrattan aşağı, tefritten yukarı vasat.

Kendinizle barışacaksınız önce. Anlatacaksınız, anlatacaksınız melekutiyete dönük kürsünüzde.

Susan dilinize mukabil hiç susmayacak diliniz. İkna edinceye dek veya ilzam.

Olmadı, tutacaksın yakasından; vuracaksın, vuracaksın.

İndireceksin toprağa, geçireceksin mezarlığa. Silkeceksin üzerinden sarhoşluğu,

sarsacaksın ta ayılıncaya kadar,

Münker-Nekir sayhasıyla. Yuyup paklayacaksın ahirzaman çehreni nasuhi gözyaşlarınla, kendin olacaksın.

Sütbeyaz benliğine kavuşmak için, buğu evinde tedaviye alacaksın.

Göynükleri kesip atacaksın bıçak gibi, ameliyat masasında.

Bir yaka-paça olmadır gidecek…

Zinhar! Pes etmeyeceksin!

Ve kat’iyen bileceksin ki, senin hakkından yine ancak sen gelebilirsin.

Yoksa bir Nebi veya Mehdi zuhur edip, nefsinin boynuna bir bukağı geçirip,

zimamını da senin eline verecek değil. Bilakis sen tutacak,

sen binecek ve sen koşturacaksın, inayet-i İlahi dizginiyle.

Ne istiyorsun, güç-kuvvet mi? Unutma ki, imanın gücü ve iradenin dirayeti,

her türlü havailiği ve şeytaniliği ters yüz etmeye fazlasıyla kafidir.

Aradığın kurtarıcı pazu, ruhunun derinliklerinde gizlidir. Açığa çıkar ve kullan!

Mükemmel insan, en başta iç kutuplaşmalarından sıyrılır; sadece iyiliği düşünür ve yapar.

Nasıl mı?..

Kendinle tanışacaksın evvela.

Halvetleşeceksin atomlarına kadar sonra. Anlatacaksın; dinleyeceksin.

Dinleyeceksin; anlatacak, mafihaya kilitli odalarda.

Sendeki “İkinci senle” anlaşıp kaynaşacaksın. Onu da eriteceksin dostluk (hillet) potanda.

Ahiret kardeşi olacaklar tertemiz ruhunla. Hakikatın sılasına

teslim edeceksin onu.

Ta bamteline dokunduracaksın mızrabını; onikiden vuracaksın.

Ve konuşacaksın hiç durmaksızın kendi kendinle.

“Bu adam deli midir nedir?” diyecekler belki, ama sen hiç kesmeyeceksin.

Öyle nafiz kelimeler, öyle ateşin cümleler, öyle kor ifadeler döktüreceksin ki ta ahfana oturacak,

çöreklenecek oraya. Bir niyet gibi mayalaşarak özleşecek.

Ve sen bu mahkeme kazanın- da pişerek, musaffa kul kıvamına kavuşacaksın.

Bir daha da asla üşümeyeceksin.

Sus ve içini dinle; bugüne dek hangi fiillerinde hangi sesin emrine boyun eğdiğini derkedeceksin.

“Bir” ile şerrin menba farkını öğreneceksin; ya berhüdar olacaksın veya bedbaht.

Ama sonuçta kendine geleceksin.

Bir hoştur murakabenin irfan çiçekleriyle bezenmiş balözü yamaçları.

Oralarda tersine döner kıstaslar, görüntü değiştirir aynalar, kırılır gider bakış açılarının kısırlığı

ve asli berraklığına yücelir tüm çizgiler. Bütünüyle hayat sürprizleşir.

Oyuncular, yerlerini gerçeklere, vekiller de asıllara terkederler.

Mesela coşkun bir sevinçle kahkahalara boğulduğunuzda,

hemen dahili aleminize yönelin ve muhasebeye çekilin. Göreceksiniz k bu kadar gülmek yersizmiş!

Veya eriten bir acıyla ızdırap içinde beklediğinizde yine ona koşun,

dışa sürgülü dünyanıza ve konuşun kendinizle. Göreceksiniz ki, o dem; bu denli üzüntüye değmezmiş!

Veya herhangi bir şeyi hırsla arzuladığınızda,

yine öyle peşinden koşturulacak kadar kıymetli olmadığını idrak edeceksiniz.

“Kendini dinlemek ve nefsine dinletmek” ten bahsediyorum.

Lakin kendini dinlemeyenler bilemezler bunu.

Sekine sağnağı altında sırılsıklam içe bakışı tatmamış olanlar bunu kavrayamazlar ki!

Yine sana dönüyorum, kargaşa asrı nın bezgin çocuğu!

Yalnızlık ahtapotu sardığı zaman dört bir yanından;

Rahman’a sığın, O’na koş.

İçini dök huzurunda, seni hiç terketmeyen vefadar bir yaran bulacaksın, yine kendi sinende.

Bir daha irkilecek ve hıçkırıklar boğazında boğumlanarak, kurbiyetin haşyetinden.

Ya da itmi’ nanın şevkinden. Zaten vurulacaksın o dakikada yüreğinden Sevgiliye, mavera seccadesinde

Dost busesiyle öpülmüşçesine.

Evet.. Kendinizle baş başa buluşmayı başardığınızda,

billur vicdanlarınızda hakka’l-yakin duyacaksınız ki, Mutlak bir YARATICI var!

Ayaz ayaz haykıran varlığın şimşekten soluklarını yakalayacaksın o sessizlikte.

İştirakle nasiplenmek için bu koroya sen de, yakarışa geçeceksin harfsiz duan,

nağmesiz niyazın ve tarifsiz halinle…

“Kimsesiz hiç kimse yoktur; vardır her kimsenin kimsesi

Kimsesiz kaldım şimdi; yetiş ey Kimsesizler Kimsesi!..” manasının hicranıyla büklüm büklüm olarak…

Zevk alacaksınız ıssız gecelerden.

Bambaşka bir haz yudumlayacaksınız boş caddelerden, duransız duraklardan.

Ve yıkılmayacaksın artık yolcusuz yokuşlarda.

Bütün bunlar, kendine aşık olup onunla tearüften sonra gerçekleşecek;

“Tanışanlar dost olur” Nebi beyanının ikliminde.

Çünkü sen, temelde kendi varlığını tanımak ve külliyetinde birlikteliği sağlamak mükellefiyetindesin;

“Kendini tanıyan Rabbini mutlaka bilir” sırrınca. Bileceksin; ilme’l-yakini tutacaksın.

Çünkü marifet-i nefse malik olan kişi, marifetullaha sahip olur.

Ardından… Mahiyetinle harmanlaşmış istisnasız

her ülkenin yegane başbuğu tahtına yükseldiğin zaman ise

sendeki bir başka hükümdarın külli hükümranlığına değecek başın.

Perdelerden, tecellilerden değil, belki ayne’l-yakin göreceksin.

Belki de “Allah ve Ben” yakınlığındaki ayniliği yaşayacaksın,

esma ve sıfatların kanatlarıyla Zat’ında uruçla, bu masivasız uzaklıklarda.

Hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi arama; kendini özle! Yitirdiğin kimliğini.

Kendin olduğun an; O’na kavuşacak ve O’nda O’nunla olacaksın.

Daima süzen bir nazar, düşünen bir kafa, eşyayı hallaç eden bir beyin, herşeyi kaydeden bir dimağ,

devamlı med ve ceziri olan bir sine, müstakim bir vicdan, inkişaf etmiş pırıl pırıl duygular,

çelikten bir irade, inceleyen bir tavır, kucaklayan bir el, kristal bir kalp ve rakik birer gönül…

İşte ideal insan!

0, her an kendini yoğuran ve varlığı da kendinde damıtan gaye insandır.

0, aslının ardına düşmüştür bir hayat boyu.

“Safiyenin” labirentlerinden aşınca, Kudreti Sonsuza uzanır yolu.

Hakiki Tek Varlık olarak O’nu müşahede eder gölgelerin semasından.

Çünkü Allah, hariçte değil dahilde aranır ve aranmalıdır.

Marifet kapısının anahtarı yine sende!

Ey insanoğlu?

Musa Hop




Mahcubum Ya RAB!..


ne garib;

buralarda terk edilen ile

terk eden bir.

ya “bir olan”a vefa ne alemde!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder