10 Şubat 2011 Perşembe

Ölüme fon müziği isterim...



Her düş kırıklığının bir sesi vardır. Biz büyüdükçe ağılanan bir masal aynası... Ve yaşamak en çok çocuklara yakışır... Herkesin içinde bir çocukluk kavgası....


“Kaptanı Nuh olan, denizin dalgasından korku duyar mı?”

Sadi-i Şirâzî



Ölüme fon müziği isterim...

SON NEFESİMİN yaklaştığını anlıyorum. Etrafımdaki her şey soluvermiş.

Sağımda solumda gidişimi bekleyen uzak yüzler. Sıradan bir "ihtiyar" gibi ölümümü kanıksayacaklar.

Sırası gelmiş bir "hasta" olarak beni paketlemeye hazırlanıyorlar. Tanıdık insan yüzleri bile uzak ve soğuk.

Onların umduğu sabah benim için yok artık.

Onların hazır bildiği yarınlar bana uzak. Kanı çekiliyor eşyanın. Uzandığım yatağın içinden tel tel çekiliyorum.

Ömür boyu ardımdan sürüklediğim bedenimi tek bir nefesle aşağılara terk edeceğim.

Gözlerim kapanıyor. Kimse aldırış etmiyor; ama ben ölüyorum. Teslim oluyor varlığım.

Son yorgun kıpırtılarını göğsümde hissediyorum kalbimin.

Yüzüme tutulan aynalara hevessiz bakıyorum. Yüzümden yüz çevrileceğinden öylesine eminim ki.

Gücenik bir edayla bakıyorum ölümümü bekleyen sıcacık gözlerin içine. "Neden vazgeçiyorsunuz benden?"

Ben vazgeçilmezlerden bilirdim kendimi.

Başkalarının ölümüne alışıktım; beni bir "başkası" bilerek ölümüme alışacak başkalarıyla da suç ortağıyım şimdi.

Niye itiraz ediyorum o halde bir "başkası"nın daha ölümüne. "Nasıl olur, bu defa ölen benim?"

Oysa ne kadar çok yaşayan var; yarını sıradan karşılayacak kadar vurdumduymaz gafiller yaşıyor da, ben niye ölüyorum ki? "Haksızlık değil mi bu?" Beni saran duvarlar anlamsızlığa devriliyor.

Dünyanın bütün tavanları çöküyor son an'ımın üzerine. Buharlaşıyor tutunduğum eşyalar.

Elim elimden kayıyor. Tenim bana yabancılaşıyor.

Derken, beklediğim fon müziği başlıyor:

Ve'dduha.. "[Seni bekleyen] o aydınlık sabahı düşün. Sanma ki hep gece olacak. Sanma ki hep karanlıkta kalacaksın. Akşamı olmayan o sonsuz sabaha doğru yolculuğunun ilk eşiğini geçmek üzeresin." İçimdeki buzlar eriyor. Tedirginliğim az da olsa dağılıyor. Gözümü kapadığım alem, gözlerimin açılacağı alemi arkada bırakmaya değiyor mu ki? Hangi köşesine düşeceğim hesapların?

Ve'lleyli izâ secâ. "[Üzerinden geçecek] o durgun geceyi düşün. Terk edildiğini sandığın o sessizlik anlamsız değil. Seni saracak o toprak sahipsiz değil. Seni bekleyen derin unutulmuşluk gözden çıkarılmış değil. Hesaba katılmaz olacak olsan da, bir hesap var o 'gece'nin koynunda. Hesaplar sensiz olsa da artık, seni bir hesap eden oldu ve hep olacak."

Bana çok mu görülüyor yeni bir sabah daha? İstenmez mi oldum yeryüzünün sevinçleri arasında? Hiçbir yere yakıştırılmayan adam olmak ne acı. Hiçbir sofrada beklenmeyeceğim bundan böyle! Hiçbir kapıyı çalmam umulmayacak yarından sonra. Hep başkaları giderdi, ben kalırdım. Ben niye gidiyorum şimdi? Gözden mi çıkarıldım yoksa? Canım çekiliyor tenimden. Nabzım terk ediyor bedenimi. Göz bebeklerim yuvalarından akıyor şimdi. Yüzüne bakılmaz adam ben miyim şimdi! Bakılacak yüzü kalmayan ürkütücü bir kafatası olmamı niye istiyorsun ey Rabbim! Niye ama, niye? Niye şimdi? Daha sonra olmaz mıydı? Niye ben? N'olur başkası ölseydi!

Kafa sesi, dağlardan vadilerden taşarak, perdeleri kaldırıp, pencere camlarını kırarak, tatlı bir fon müziği oluyor. Şehrin boş lakırdılarını susturarak, insanların anlamsız vıdı vıdılarını keserek, dolduruyor can kulağımı:

Rabbin seni ne terk etti ne de sana küstü. "Seni başkaları terk etti diye, Rabbin de terk edecek mi sandın? Yüzünü en sevdiklerin bile bakılmaz bilse bile, Rabbin sana küsmedi. Kendi ellerin terk ediyor seni; ama elini elsizken de tutan Rabbin yine tutacak elinden. Kendi gözlerin körleşiyor sana; ama seni gözün yokken de gören Rabbin seni asla gözden çıkarmayacak."

Ölmek ha! Sırası mı şimdi? Daha önce hiç yaşamadım ki ölmeyi. Geri dönmeyeceğim yollara hiç adım atmadım ki. Herkesin acıdığı bir adam hiç olmadım ki. Hiçbir günümü yarının kucağına tamamlanmış olarak koyamadım ki. Nasılsa yarın var diye eğretileştirdim, ıskaladım "bugün"lerimi! Dudağımın hepten susmasına razı olacak, o son cümleyi hiç kurmadım ki. Diyeceğim var hâlâ. Defterimi hepten kapatmaya razı olacak en amelimi yapmadım ki! Edeceğim var yarınlarda. Nereye böyle! İstemeden, elimde olmadan hem de. Karşı konulmaz bir sürüklenme bu! Ne istersem onu yapardım şimdiye kadar. Şimdi hiç itirazsız toprağa uzanacağım ha! Ama nasıl? Daha hazır değilim! Hesap vermeyi hep ertelemiştim! Hep "gelecek"ti nasılsa! Şimdi gelecek de geldi mi yani? Ne gelecek benim başıma peki? Ölümden beteri gelmedi kimsenin başına bu dünyada..

Fon müziğine kulak kesiliyor ruhum:

Senin için bundan sonrası bundan öncekinden daha güzel olacak. "Hep daha iyiye doğru yürüyeceksin. Yaşadığın her an sana yeni şeyler kazandıracak. Varlığın her defasında değişecek, ama her zaman bir öncekinden daha hayırlı olacak. Merak etme, seni bekleyen ?ahiret' arkanda bıraktığın ?dünya'dan daha daha güzel olacak.. Hep kazanacaksın, hep kazanacaksın, hep kazanacaksın."

Öyle ki [devam ediyor fon müziği]

Verecek sana Rabbin ve sen razı olacaksın! "Öyle çok verecek ki sana, artık daha isteyemez olacaksın. Öyle fazla verecek ki fazlından, sen başka bir şey daha istemeyi akıl edemeyeceksin. İsteyebileceklerinin hepsi elinde olacak. Hiçbir eksiğin olmayacak. Aradıklarının hepsi yanında olacak. Hiçbir korkun olmayacak. Yitirdiklerin bir bir seni bulacak. Ve artık hiç mahzun olmayacaksın." Duam o ki, Duha Sûresi çınlayacak âlemde. Ağlamaların hepsini bastıracak. Korkuların hepsini susturacak. Hüzünlerin hepsinin yerine müjdeler...


Senai DEMİRCİ




“Allah’a ve hayata lânet edenler, gerçekte kendi kendilerini lânetlerler.Herşeyi sevecek olursan, Allah’ın sırrı herşeyde açığa vuracaktır.”

Fyodor Dostoyevski


بسم الله الرحمن الرحيم


Susu/Yorum...

Üzgünüm: Bu ülkede namazını işyerinde yasaklandığı için tuvalette, evinde ise ayıplandığı için banyoda kılmak zorunda kalan kardeşlerimiz var.

Şükrediyorum: Aşağılık bağnazlığın böylesi en aşağılık biçimlerinin din adına değil de, dine karşı uygulandığı bir ülkede yaşıyorum.

Seviniyorum: Ya tersi olsaydı... Zaten gönüllüce kılacağım namaza beni zorlasaydı o yobazlar? Seve seve örtünen genç kızlara başını kapatmalarını emretselerdi o "laiklik dini" zangoçları... İnsan onurunun biricik garantörü İslam da o zorbaların elinde bir "devrim" kırbacı olsaydı... Allah'ım sen muhafaza eyle...

Utanıyorum: Bana yasak olmadığı/yasaklanamayacağı halde, ayıplanacak değil aksine alkışlanacağım halde namazıma nazlanarak giden benim gibileri de var. El bebek gül bebek nazlandığım namaza, nazlana nazlana, adeta ittire kaktıra gidiyorum ya... Ah!

Mutluyum: Böylesi kahramanlar bizim aramızda, bu zamanda, bu topraklarda yaşıyor. Elif gibi dik, diri, duru ve doğru olarak yürüyorlar aramızda...

Umutluyum: Kulluğun hakkını veren her insan, tüm insanlık adına bir ümittir, bütün insanlığın gaflet kışından sıyrılıp meyveye durabileceğini ilan etmek üzere namaza durur. Bu isimsiz kahramanların içinde sessizce yaşadıkları o "kehf", o mağara, zalimlerin hepsini gebertecek, zorbalıkların hepsinin üstesinden gelecek. Filizlenmeye durmuşsa tohum, taş da çatlayacak, toprak da yarılacak...

Susuyorum: (...) Senai DEMİRCİ





Öylesine geçirdiğimiz birkaç dakikada, ne çok yerden eksik oluyor, ne çok önemli işten geri kalıyoruz.
Sıradan sandığımız birkaç saat içinde,
ne çok mazlumdan yüzümüzü esirgiyor, ne çok muhtaçtan elimizi çekiyoruz.
Öylesine sustuğumuz birkaç dakikada sesimizi ne çok çaresizden sakınıyoruz.
Boş sözle geçirdiğimiz nice “boş” saatlerde, sözümüzü nice şefkatli başlangıcın mayası etmekten sakınıyoruz.
Öylesine uyuyup geçirdiğimiz nice gecelerde,
ne kadar çok acıya, ne kadar derin sancıya kapatıyoruz kalplerimizi...

Senai DEMİRCİ


Mahcubum Ya RAB!..
Dedim çok yalnızım, Dedin "Ben" sana yeterim.."amenna ve saddakna "


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder